Hollywood’un efsanevi yönetmeni James Cameron‘ın kariyer retrospektifi niteliğindeki James Cameron’ın Sanatı sergisi, 27 Eylül’de kapılarını açarak sanatseverleri İstanbul’da ağırlamaya başladı. İstanbul Sinema Müzesi’nde gerçeklen uluslararası gezici sergi, Terminatör, Titanic, Aliens ve Avatar gibi kült filmlerin perde arkasını, orijinal sahne malzemelerini, Cameron’ın bizzat çizdiği eskizleri ve çocukluk çizimlerini bir araya getiriyor.
Avatar Alliance Foundation çatısı altında toplanan ve daha önce Torino ve Cannes’da sergilenen bu özgün eserlerin İstanbul’a getirilme süreci, serginin küratöryel yaklaşımı ve ziyaretçilere sunacağı altı farklı temalı deneyim, sadece sinema sanatına değil, aynı zamanda Cameron’ın kâşif ve mucit kimliğine de ışık tutuyor.
James Cameron’ın “Merak, sahip olduğunuz en güçlü şeydir” sözünden ilhamla, gençlerde sinema sanatına dair merak uyandırmayı hedefleyen sergi, altı ay boyunca açık kalacak ve beraberinde söyleşiler ile atölye çalışmaları da sunacak. İstanbul Sinema Müzesi’nin kalıcı Türk sineması sergisiyle birleşerek zengin bir kültürel deneyim vadeden sergiyi İstanbul Sinema Müzesi (İSM) ve Atlas 1948 Sanat Direktörü Arın Kuşaksızoğlu T24’e anlattı.
İstanbul Sinema Müzesi ve Atlas 1948 Sanat Direktörü Arın Kuşaksızoğlu
– James Cameron’ın kişisel arşivinden eserlerin İstanbul’a getirilmesi nasıl mümkün oldu?
Filmlerin ön hazırlık süreçlerinden başlayarak yapım süreçlerinde de kullanılan bütün sahne malzemeleri, filme dair her şey depolanıyor. Zaten pek çok büyük yönetmenin yaptığı gibi James Cameron da zaman içerisinde bunları biriktirmiş. Ve bunların hepsi, James Cameron’ın “hayal gücü dünyası” diyebileceğimiz dünyaya ait ne varsa, Avatar Alliance Foundation çatısı altında toplanıyor. Bu yüzden avantajlı oldukları nokta şu, replikalar yok. Filmde ne kullanıyorsa, hepsini arşive, depoya indirmiş ve oradan hareketle bunların hepsi bir araya getirilmiş. Avatar Alliance Foundation’ın başındaki Kim Butts, zaten James Cameron’a oldukça yakın çalışan, film yapım süreçlerinde de yer alan biri. Böyle bir sergiyi uluslararası alanda gezdirme fikrini edindiklerinde, bunların hepsi bir araya getiriliyor ve bir kürasyon oluşturuluyor. Gezdirdikleri sergi, aslında James Cameron’ın kariyeri boyunca yapmış olduğu filmlerine dair bir çeşit sanatsal retrospektif. O retrospektifin vücut bulmuş hâlini bir izlek içerisinde izliyoruz. Adım adım, James Cameron’ın kendisinin bir açılışı ile başlayıp, çocukluğundan bugüne ilk filminden son filmine o yolculuğa şahit oluyoruz.
– Peki bunların hepsi orijinal eserler. Belki kendi el çizimleri, kendi topladığı parçalar… Bu orijinal eserlerin buraya getirilme süreci nasıl işliyor?
Bunların hepsi Amerika’nın ve Avrupa’nın çeşitli noktalarında. Serginin gezici bir sergi olmasının avantajlarından bir tanesi bu. Bundan önce Torino, Cannes gibi şehirlerde de yapıldı. Biz zaten bu yolculuğun bir parçası olarak bu hikâyeye dâhiliz. Bunlar zaten yola çıktı. Çok da uzun bir geçmişi olan bir sergi değil. Bu yüzden biz biraz zaten ilk yapanlardanız. Bir blok hâlinde bütün bu biriktirilmiş olan sahne malzemeleri, James Cameron’ın kendi çizimleri, çocukluk çizimleri, çocukluğuna dair anekdotlar… Bunların hepsi zaten Avatar Alliance Foundation kimliği altında toplanıyor. Zaten vakıf da bu iş için var. James Cameron, tırnak içinde hem bir “filmmaker” olarak hem de kültürel bir figür olarak hak ettiğini bulması için kurulmuş.
James Cameron‘ın Sanatı sergisinden
– Sergi ziyaretçilere nasıl bir deneyim sunacak? Normal bir sergi olamaz, içinde James Cameron var. Nasıl bir deneyim sunacak?
Elbetteki işin kürasyonu da James Cameron kadar özenli bir insana yakışacak şekilde yapılıyor. Altı farklı bölümden oluşuyor sergi. Bir tanesi Gözleri Açık Rüya Görmek diye bir bölüm var. Bu biraz James Cameron’ın rüyalarına yaklaşımı ve oralardan nasıl ilham aldığını gösteren bir kısım. Bu, benim bütün sergi içerisinde en favori bölümüm. Böyle bir yolculuk izletiyor. İnsan-Makine kısmı var. James Cameron’ın daha distopik olan tarafını, daha ucu Terminatör‘lere uzanan o yolculuğu temsil eden bir alan. Bilinmeyeni Keşfetmek var. O biraz daha James Cameron’ın neticede bir kâşif de olduğunu gösteriyor. Bu insan, bir sahneyi çekebilmek için denizaltı yapan, kamera mucidi öte yandan. Var olan bir kamerayı geliştiren kendi istediği şeyi çekebilmek için bunu mekanik olarak da destekleyebilecek tuhaflıkta bir insan diyeyim aslında. Bilinmeyeni Keşfetmek, o kâşif kimliğini öne çıkaran bir yer. Titanic: Zaman Yolculuğu kısmı var. Onu zaten tahmin ediyorsunuzdur, işin daha parlak olan, romantik olan kısmı. kısmı var. Aliens‘a vesaireye sebebiyet veren ve aslında bir noktada Avatar‘a da göz kırpan, insan ve doğa birlikteliğini gösteren bazı doğaüstü figürler yaratma eğilimini izlediğimiz bir alan var mesela. Bir de dediğim gibi, özellikle su altı meraklısı bir insan olduğu için Serbest Bırakılmış Dünyalar var. Yani okyanus çukuruna girecek bir denizaltı yapıyor mesela ve kendi iniyor onunla. Biraz o tutkusuna dair. Yani aslında James Cameron’ın sadece bir yönetmen olarak sanatsal tetikleyicilerine değil, kafası biraz değişik çalışan bir insanın kafasının neden öyle çalıştığına dair de bir yolculuk. Onu da göstermeye gayret ediyor zaten. Sadece bizim gördüğümüz kısım, aslında hayal gücünün bir kısmı ve bize sinematik bir yansıması gibi. Başka şeyler de var.
– James Cameron, bildiğiniz gibi gelecek odaklı vizyona sahip çok garip bir dâhi. Aliens, Terminatör, Avatar gibi… Ama Atlas 1948, belki de şu an aktif olarak devam eden Türkiye’nin en aktif tarihi sineması. Bu bir tezat gibi gözüküyor ama bu tarihi atmosferle bir uyum olduğunu düşünüyorum. Siz bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Atlas 1948 kimliğimden sıyrılarak söylemeye çalışıyorum bunu. İkonik isimlerin, ikonik yerlerde, ikonik biçimlerde yer alması kadar doğal bir şey yok. Yani bu sergi başka bir yerde olsaydı elbette ki canı gönülden hepimiz aynı şekilde destek verip izleyici olarak da katılmak isterdik. Ama burada olması, biraz Türkiye’de sinema kültürünün geldiği yere dair de bir ipucu veriyor. Tamam, memleket meseleleri ortada ama kültür sanat anlamında bu memlekette bir şeyler oluyor ve bu lokomotifi Atlas 1948 gibi yerler çekmek zorunda.
James Cameron‘ın Sanatı sergisinden
– Genç ziyaretçiler sergiden ayrıldıklarında, onların dünyaya bakışlarında nasıl bir etki bırakmasını bekliyorsunuz?
James Cameron’ın bir sözü var: “Merak, sahip olduğunuz en güçlü şeydir” diye. Sergide de altı çizilen kısımlardan bir tanesi bu. Eğer buraya gelecek olan ve buradan ilham alacak olan herhangi bir gençte sinemaya dair bir merak uyandırabiliyorsak, bunu başarabiliyoruz zaten. Tam da dediğiniz gibi, dizisidir, televizyon kültürüdür, vesairesidir… Bunlar merak ettiğimiz değil, bizim hayatımıza nüfuz eden ve hayatımızda varlığını fark etmediğimiz, bizi nasıl sosyopolitik olarak da etkilediğini çok çözemediğimiz yerler. O yüzden eğer birisi, birisi olsun, bunu merak edip “Evet tabii ki filmlerini biliyorum James Cameron’ın. Bak filmleri böyle yapıyormuş. Acaba ben nasıl yapabilirim? Bizim bilmem kim vardı, o da mı böyle yapıyor?” diyerek bu işin içine girmesinde biraz olsun payımız olursa ne mutlu bize. Ama zaten bu, münferit James Cameron’ın sergisiyle ya da bu gibi sergilerle kolay kolay tek seferde başarılabilecek bir şey değil. Bu, topyekûn bir şeyin parçası aslında ve o topyekûn şeyin içerisinde yer almaya çalışıyoruz.
– Bu sergi İstanbul’un kültür turizmine ve uluslararası görünürlüğüne nasıl katkı sağlar?
Yurt dışında sergilendiği şehirlerde şehir nüfusuna yakın seyirci çekmişliği var. Bu zaten şehirler arası transferin kolay olduğu Avrupa’da da böyle. Ama bir yandan dediğim gibi serginin düzenlendiği şehirler Torino ve Cannes. Ve bunlar İstanbul’un yanında çok küçük ölçekli şehirler. Bizim gelenimiz gidenimiz daha fazla. Onları buraya çekebiliyor olmak, James Cameron etiketiyle çekebiliyor olmak hem İstanbul Sinema Müzesi’nin kendisi için bir avantaj hem de tırnak içindeki yerli kitlemize buraya gelmek için de bir sebep sunuyoruz. Kültür Yolu Festivali zaten başlı başına Avrupa’ya biraz da Türkiye’de kültür sanatın varlığını ve çapını ifade edebilmek için de işe yararken, bir yandan bunu genişletecek de bir şey. Böyle şeylerin çok olması lazım ki biz daha kültür sanatı gündelik hayatımızın içine sokup yaşayabilelim. O yüzden kendi adıma söyleyebileceğim bir şey, bunu dışarıya karşı tutulmuş bir ayna olarak değil, kendimize baktığımız bir ayna olarak görmemiz gerekiyor. Yani biz Türkiye’de böyle şeyleri hak ediyoruz, böyle şeylerden anlıyoruz ve evet, bakın biz de yapıyoruz. Bu daha önemli aslında.
İstanbul Sinema Müzesi ve Atlas Sineması
– Cannes’da, Torino’da gördüğümüz serginin aynısını burada da görecek miyiz yoksa bölgeye özel bir uyarlama yapılıyor mu?
Bölgeye özel bir uyarlama yok. Çünkü kürasyon zaten James Cameron’ın filmlerine binaen yapılıyor olduğu için oradaki yolculuk tasarlanmış bir yolculuk. Yani bu serginin kendisi rastgele seçilmiş parçaların oluşturduğu bir şey değil. Hayır, zaten daha çok parça var ve onlar içerisinden tutarlı ve bütünlüklü bir anlam ifade edebilen bir seçki bu ve o seçki geziyor zaten.
– Cameron’un çocukluk çizimleriyle Avatar evreni arasında nasıl bir bağ görüyorsunuz?
Kendi adıma samimi söylüyorum bunu, beni en çok yakalayan şeylerden bir tanesi: Terminatör’ün ilk çizimini görüp Terminatör filmini çocukluğunda izlemiş biri olarak, iki çocuğun birbirine paralel, fakat yaklaşık 30-40 sene arayla kurmuş oldukları hayallerin nasıl aslında aynı şeyden bahsediyor olduğunu gördüm. O insan benim Terminatör filmini izlediğim yaşta o hayali kurdu ve o çizimi yaptı ve onun için yıllarca bekledi. Yıllarca beklerken yaptığı şeyler de serginin bir parçası bu arada.
– Ziyaretçiler genellikle eserleri görür ama perde arkasındaki ekibi bilmez. Sergiyi kimler hazırladı, biraz bahseder misiniz?
Sergi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Türkiye’nin kültürel zenginliğini sanatseverlerle buluşturmak amacıyla düzenlenen Türkiye Kültür Yolu Festivali kapsamında açıldı. Bu uluslararası gezici serginin başında, Avatar Alliance Foundation’ın genel direktörlüğünü yapan Maria Wilhelm ve vakfın kreatif direktörü Kim Butts var. İtalyan mimar Helga Faletti ve Chiara Casinera işin mimari ve yerleştirme danışmanlığını üstleniyorlar. Zaten evvelki yurt dışı sergilerinde de çalışan ekipler bunlar. Biz özellikle oradaki dokuyu, oradaki ortamı devam ettirebilmek için onlarla da çalışmayı tercih ettik.
Burası da uzunca süredir Sky Film’in işletmeciliğinde yürüyen bir müze ve sinema. Emre Oskay’ın girişimleriyle aslında bu sergi buraya geliyor. Biz de destek atıyoruz.
– James Cameron’ın Sanatı sergisi ne kadar açık kalacak?
6 ay boyunca açık kalıyor. 27 Eylül’de başlıyoruz.
– Sergiyi gezenler bir sürprizle karşılaşabilir mi?
“Dikkat, James Cameron çıkabilir!” diyeyim. (Gülüşmeler)
– Sergiden bahsettik ama yanında atölyeler de olacak. Biraz da onlardan bahseder misiniz?
Ciddi bir kısmı ücretsiz olmak üzere, uygun moderatörler eşliğinde James Cameron filmlerinin okunduğu söyleşiler, çocukların James Cameron’ın evrenine uyum sağlamaları için oluşturulmuş atölyeler gibi bazı planlar var. Bunları da zaten hem web sitesinden hem sosyal medya hesaplarından insanlara duyurmaya başlayacağız. Ama dediğiniz gibi bu salt bir sergi değil. Biraz daha James Cameron’ın kültürel bir kültürel veri hâline dönüştürüp genişletmeye çalıştığımız bir yer.
– İstanbul Sinema Müzesi’nin sabit sergisi de devam edecek mi?
Bu müzede sabit sergimiz her zaman devam ediyor. Türkiye’de sinema üzerine kurulu en ciddi müze burası zaten. Ve kendi arşivinde Türkiye’de daha önce yurt dışında ödül kazanmış filmlerin ödüllerinden tutun, özellikle Yeşilçam temelli bir kürasyonu var buranın. Yeşilçam’da kullanılan kostümlerden orijinal senaryolara ve hatta çeşitli yönetmenlerin sendika kartlarına kadar Türk sinemasını da retrospektif biçimde görebildiğiniz bir durum söz konusu.
Öte yandan, bu müzenin modern bir mimarinin içinde olmasındansa, Yeşilçam’dan bile daha eski olan bu binanın içinde olması konuya başka bir anlam katıyor. Yani aslında Türkiye’deki herhangi bir binayı seçip “burası sinema müzesi olsa” deseniz, yapabileceğiniz en iyi tercih burası olurmuş. Zaten Kültür Bakanlığı binayı devraldıktan sonra sinema müzesi buraya taşındı. İçeride hem dijital destekli ve çağı yakalamaya çalışan bazı parçalar varken, eski kameralar, görsel kayıt altına almaya dair türlü makineler ve bunların tarihi gibi bazı bölümlerimiz var.
Atlas 1948 Sineması
– Atlas 1948 Sineması’nda yeni sezonda bizleri neler bekliyor?
Önümüzdeki sezon, çeşitli konserler de dâhil olmak üzere tiyatrodan “stand-up”lara, türlü etkinliklere burayı sadece bir sinema salonu olarak değil, biraz disiplinler arası bir sanat platformu olarak konumlandırmak üzere zaten çalışmaya başladık. James Cameron’ın sergisi aslında biraz buna da tetikleyici unsur oldu.
Beyoğlu’nun değişen kimliği, Atlas’ın yıllardır festivaller aracılığıyla hayatımızda olması ama gündelik sinema alışkanlıklarının alışveriş merkezlerine gitmiş olmasından dolayı, buraya ayağımızın tekrar alışması, Beyoğlu’na tekrar ayağımızın alışması gerekiyor. O yüzden de bunu yapabilmek için biraz çağın gereksinimlerini buranın kimliğini kaybetmeden yakalayabilmek gerekiyor. Şu an işin biraz orasıyla ilgileniyoruz. Önümüzdeki sezon, dediğim gibi konserden “stand-up”a, tiyatroya, burayı öyle bir yer hâline getiririz.